Kronik Hastalara Tavsiyeler
Hastaların, doktorlarının verdiği tedavi planına ve ilaç kullanımına harfiyen uymaları gerektiğini söyledi.
Dr. Ecz. Dyt. Neda TANER
Halk arasında kalp-damar hastalıkları olarak da bilinen kardiyovasküler hastalıklar, kalp ve/veya damar sistemini olumsuz olarak etkileyen hastalıkların tümünü karşılayan bir terimdir. Kardiyovasküler hastalıklardan en sık karşımıza çıkanlar, hipertansiyon, kalp yetmezliği ve dislipidemi ve ritim bozuklukları olarak sayılabilir. Kardiyovasküler hastalıkların toplumda ne denli geniş bir karşılığı olduğunu görmek için Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göz atmak yeterlidir; 2012 yılında dünya çapında 56 milyon ölüm gerçekleşmiş ve bunların 38 milyonunu kronik hastalıklar nedeniyle hayatını kaybedenler oluşturmuştur; 38 milyonun ise 17,5 milyonu kardiyovasküler hastalıklar sebebiyle yaşamını yitirmiştir. Toplumumuzda en sık karşılaşılan kardiyovasküler hastalık olarak nitelendirebileceğimiz hipertansiyona göz atalım…
Kalbin kanı pompalarken damar duvarında oluşturduğu basınca kan basıncı, bir diğer değişle ‘tansiyon’ adı verilir ve ‘mmHg’ birimi ile ifade edilir. Kan basıncının belirlenen normal değerlerin üzerinde olması durumu ise ‘hipertansiyon’ olarak adlandırılır. Sistolik kan basıncı halk arasında ‘büyük tansiyon’ olarak bilinen kan basıncıdır ve kalbin kanı pompaladığı sırada oluşan basınçken; diastolik kan basıncı halk arasında ‘küçük tansiyon’ olarak bilinen kan basıncıdır ve kalbin pompa işlemine ara verdiği zaman aralığında oluşan basınçtır ve tansiyon bu iki değerle birlikte ifade edilir.
Sağlıklı bir insanın sistolik kan basıncının en çok 130 mmHg, diyastolik kan basıncının ise en çok 85 mmHg olması beklenir. Sistolik kan basıncının 130-139 mmHg; diyastolik kan basıncının 85-89 mmHg olduğu durum ise sınırda normal değerler olarak değerlendirilmektedir. Sistolik kan basıncı 140 mmHg’yı; diastolik kan basıncı 90 mmHg’yı aştığında ise kişi artık hipertansiyon hastasıdır.
Hipertansiyon başlangıçta asemptomatiktir ve zamanla ilerler ancak arteriyel kan basıncı sürekli olarak normalden yüksektir. Arteriyel basınç, kalbin pompalama işleminin ardından ventriküllerden arterlere iletilen kanın arter duvarına yaptığı basınçtır, zamanla damar duvarının bu basınca sürekli maruz kalmasının sonucunda damar duvarının iç yüzeyinde hasar gelişir. Yüksek kan basıncı nedeniyle, organları besleyen damarlarda tıkanma, genişleme ya da yırtılma gibi komplikasyonlar gelişebilir, bunun ötesinde organlara kan akışının bozulması organ yetmezliklerine kadar giden bir tablonun karşımıza çıkmasına yol açabilir. Sonuç olarak, böbrek, beyin, kalp ve damar sisteminde hasarlara yol açacaktır ve uzun süre hiçbir belirti vermeden ilerleyebildiği için ‘sessiz düşman’ olarak olarak da tanınmaktadır.
Metabolik dengenin sürdürülebilmesi için tüketilen tuz miktarının kaybedilen tuz miktarına eşit olması gerekir; sağlıklı, normal yaşam koşulları ve fiziksel aktivite altındaki bireylerde DSÖ’nün tavsiyesi tuz tüketiminin günde 5 g’ın altında olmasıdır, Amerikan Kalp Derneği ve Amerikan Hipertansiyon Derneği bu hususta daha katı sınırlar çizmiştir ve günlük tüketilmesi gereken tuz miktarını 3,8 g olarak belirlemiştir.
Hastalar, hipertansiyonun hangi aşamasında olurlarsa olsunlar, yaşam tarzı değişiklikleri tedavinin ilk ve hatta belki de en önemli basamağını oluşturur. Başlangıçta ilk öneri, hastanın tuz kısıtlamasına giderek bünyeye sodyum alımını azaltmasıdır, günde 2,3 g ile sınırlandırılmış bir tuz tüketimi bir hipertansiyon hastasında sistolik kan basıncında 2 ila 4 mmHg’lık bir düşüş sağlayacaktır.
Normal böbrek fonksiyonuna sahip sağlıklı bireyler için günlük potasyum alımı 4,7 g olarak belirlenmiştir. Potasyum düzeyinde gerçekleşen artış kan basıncı düşüşüne yardımcı olur, potasyumun bu etkisi siyah ırkta daha belirgindir. Sodyum alımının eş zamanlı olarak azaltılması, potasyumun bu etkisinden daha fazla istifade edilmesini sağlayacaktır. Potasyum tüketimi artırılırken izlenmesi gereken strateji, takviye ürünler kullanmak yerine, hastaların potasyum açısından zengin besinleri diyetlerine dahil etmesidir.
Düzenli fiziksel aktivite, hipertansiyon hastalarında kan basıncı kontrolünü iyileştirir ve yüksek tansiyonu düşürür. Haftanın en az üç günü gerçekleştirilen 40-60 dakikalık, orta yoğunlukta egzersizlerin kan basıncında 11/5 mmHg azalma sağlaması beklenmektedir.
Fazla kilo kan basıncında artışlarla ilişkili bulunmuştur, normalin üzerinde bir beden kitle indeksine sahip hastanın, en azında kendi ağırlığının %5 ila %10’u kadar kilo kaybetmesi hedeflenmelidir.
Obez hastalar tedaviye dirençli olma eğilimi gösterirler, bu hasta grubunda kan basıncını kontrol altına alabilmek için daha fazla sayıda antihipertansif ilaç kullanılması gerekecek; ilaç sayısındaki her bir artış, yan etkiler ve ilaç etkileşimleri açısından risk düzeyinin yükselmesiyle sonuçlanacaktır.
Vücut ağırlığındaki her bir birimlik azalma Sistolik kan basıncında 2,6 mmHg ve diyastolik kan basıncında 1,3 mmHg’lık azalma ile ilişkilidir ancak yanıtın bireyler arasında büyük değişimler gösterebileceği unutulmamalıdır.
Sigara kullanımının tamamen terkedilmesi, bütün kronik hastalıklarda olduğu kadar hipertansiyonda da esastır, kardiyovasküler riskleri azaltan en önemli faktör olduğu konusunda hastalar mutlaka bilgilendirilmeli ve sigara bırakmaya teşvik edilmelidir.
Hastaların diyetlerinde yapılacak düzenlemelerle, bozulmuş sağlık dengesinin toparlanması bir noktaya kadar mümkündür ve buna yönelik etkinliği kanıtlanmış beslenme tiplerinin başında DASH diyeti gelmektedir. Sebze ve meyve tüketiminin ağırlıklı olduğu bu beslenme biçiminde potasyum tüketimi de dolaylı olarak artmış olacağı için hipertansif hastaların kan basıncının kontrol edilmesinde faydalı olacaktır.
Yukarıda saydığımız tüm bu yaşam tarzı değişiklikleri bir bütün içinde hastanın yaşamına dahil edildiği takdirde klinik tabloda fark edilir bir iyileşme elde edilmiş olacaktır.
Kaynaklar
Dr. Ecz. Dyt. Neda TANER
Eczacıdan Sağlık
Hastaların, doktorlarının verdiği tedavi planına ve ilaç kullanımına harfiyen uymaları gerektiğini söyledi.
Moderatör: Ecz. Hakan Gençosmanoğlu Konuk: Prof. Dr. Banu Çaycı
Büyük önderimiz, Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ ü en derin sevgi, saygı, bağlılık ve minnetle anıyoruz.
Şeker hastalığı kontrol edilmediği takdirde ciddi görme hasarlarına sebebiyet verebiliyor" dedi.
Moderatör: Ecz. Hakan Gençosmanoğlu Konuk: Prof.Dr.Deniz Demiryürek Cildimizi Nasıl Koruruz? Medikal Estetik Uygulamalarında Nelere Dikkat Etmeli?
D vitamini, vücutta önemli birçok biyolojik işlevi yerine getiren ve genel sağlık için kritik bir rol oynayan yağda çözünen bir vitamindir.